İnsan kişiliği, tek parça ve tutarlı bir yapıdan ziyade çok katmanlı, dinamik ve bazen çelişkili yönlerden oluşan bir sistemdir. Her birey içinde farklı arzular, değerler, dürtüler, inançlar, savunmalar ve toplumsal rolleri barındırır. Bu içsel parçaların her biri, yaşamın farklı dönemlerinde farklı koşullar altında gelişmiş olabilir ve zamanla birbirine uyumsuz hale gelebilir.
Bu nedenle, insanlar çoğu zaman "bir yanım istiyor, bir yanım istemiyor", "aklım başka, kalbim başka söylüyor", ya da "içimde savaş var" gibi duygular yaşarlar. Bu tür ifadeler, kişilik içinde var olan içsel çatışmaların dilsel dışavurumlarıdır.
Bu yazıda, kişiliğin neden bölünmüş ve çatışmalı bir yapı gösterebildiği çok boyutlu olarak ele alınacaktır:
Psikodinamik kuram
Bilişsel psikoloji
Gelişimsel süreçler
Toplumsal roller
Varoluşsal psikoloji
Freud’un ve diğer psikanalistlerin bakış açısından, kişilik çatışmaları temel olarak bilinçdışı süreçlerden kaynaklanır. Özellikle Freud’un id, ego, süperego modelinde bu durum net bir şekilde görülür.
İd: İlkel dürtüler, istekler, cinsellik ve saldırganlık gibi haz odaklı yapıdır.
Süperego: Toplumsal ve ahlaki kuralları temsil eder, vicdan gibidir.
Ego: Gerçeklik ilkesiyle çalışır; id ile süperego arasında denge kurmaya çalışır.
Örnek:
Bir kişi iş yerinde öfkelenebilir (id: saldırganlık dürtüsü), ama bu duyguyu bastırır çünkü toplumda öfke ifade etmek ayıp ya da tehlikelidir (süperego). Ego ise bu iki güç arasında sıkışır. Bu çatışma kişilik içinde içsel gerilim yaratır.
Bazı dürtüler veya arzular, çocuklukta yasaklandıkları için bilinçdışı hale getirilir. Fakat bu bastırılmış içerikler zamanla dolaylı yollardan kendilerini gösterir — rüyalar, fobiler, dil sürçmeleri veya anksiyete gibi.
Sonuç: Kişi, kendi isteklerine yabancılaşır. Kendi içinde ne istediği konusunda çatışma yaşar.
İnsan kişiliği tek seferde oluşmaz. Bebeklikten yetişkinliğe kadar, birçok farklı gelişim aşamasından geçilir. Her dönemde kazanılan deneyimler, savunma mekanizmaları ve değerler farklı olabilir. Bu da kişilik içinde farklı “benlik parçalarının” oluşmasına neden olur.
Çocukken öğrendiğimiz bazı kalıplar (örneğin: “Herkesi memnun etmeliyim”, “Sessiz olursam sevilirim”), yetişkinlikte artık işlevsiz olabilir.
Ancak bu inançlar kişilikte kalıcı hale gelebilir ve yeni durumlarla çelişebilir.
Örnek:
Çocukken çok eleştirilmiş biri, mükemmeliyetçi bir kişilik geliştirir. Yetişkinlikte rahat olmak ister, ama içindeki o eleştirel ses (içselleştirilmiş ebeveyn sesi) buna izin vermez. Böylece kişi içinde iki farklı kişilik parçasının savaşını yaşar.
Bilişsel psikoloji, kişiliğin içsel çatışmalarını farklı şemalar, otomatik düşünceler ve bilişsel çarpıtmalar arasındaki çelişkilerle açıklar.
Kişinin zihninde birbiriyle çelişen şemalar bulunabilir:
“Başarılı olmalıyım” şeması ile “Sevgi sadece olduğum gibi hak edilir” şeması çelişebilir.
Bu durumda birey hem çok çalışmak ister, hem de neden hep baskı altında hissettiğini anlayamaz.
İnsanlar, iki zıt inanç ya da tutum taşıdıklarında psikolojik rahatsızlık yaşarlar. Bu duruma bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) denir.
Örnek:
Bir kişi çevreyi önemsediğini düşünür, ama her gün plastik kullanır. Bu durumda içsel çatışma yaşar.
Kişiliğimiz aynı zamanda farklı sosyal rolleri de içerir: bir insan aynı anda ebeveyn, çalışan, arkadaş, partner, çocuk ve vatandaş olabilir. Her rol, farklı beklentiler ve sorumluluklar taşır. Bu rollerin gerektirdiği davranışlar birbiriyle çeliştiğinde, içsel çatışmalar doğar.
Örnekler:
İşinde otoriter olan bir kişi, evde çocuğuna karşı sevecen olmakta zorlanabilir.
Kendi ihtiyaçlarıyla, ailesinin ondan beklentileri çatışabilir.
Toplumdan gelen “olması gereken” normlar, bireyin iç dünyasıyla çeliştiğinde, kimlik bunalımları ve içsel gerilimler oluşabilir. Özellikle cinsiyet rolleri, dinî normlar ve başarı baskısı bu çatışmaları artırır.
Varoluşçu psikologlar (örneğin Viktor Frankl, Rollo May) kişilikteki çatışmaları bireyin anlam arayışı, özgürlük sorumluluğu, ve ölüm bilinciyle yüzleşmesi gibi varoluşsal gerçekliklerle açıklar.
İnsan, özgürdür; ancak bu özgürlük, seçim yapma zorunluluğu ve sorumluluk getirir. Bu durum kaygı doğurur.
“Hangi yolu seçeceğim?”
“Doğru olan ne?”
“Kendi yolumu mu, başkalarının yolunu mu izlemeliyim?”
Bu tür sorular, bireyin kendi içinde çatışmalar yaşamasına neden olur.
Kişi bazen hayatının yönünü sorgular: “Gerçekten ne istiyorum?” Bu sorgulama, eski benlik ile yeni arayışlar arasında bir çatışma doğurur.
Modern psikoterapi kuramları (örneğin İçsel Aile Sistemleri – IFS) kişiliği tek bir yapı değil, birçok “benlik parçası” olarak ele alır.
Bu modellere göre:
İçimizde “koruyan”, “eleştiren”, “yaralayan”, “eğlenen”, “öfke duyan” parçalar vardır.
Bu parçaların bazıları bastırılmıştır, bazıları öne çıkmıştır.
Her parça kendi yarasını taşır ve farklı zamanlarda kontrolü ele geçirebilir.
Çatışma Örneği:
Bir parça “hadi yeni bir ilişkiye başla” derken,
Diğer parça “bir daha incinmek istemiyorum” diyebilir.
Kişinin kendi iç dünyasına yabancı olması, çatışmaları çözmesini zorlaştırır. İçsel çatışmalar:
Bastırıldıkça büyür,
Fark edilmedikçe kontrol dışı davranışlara yol açar,
İfade edilmedikçe fiziksel rahatsızlıklar (somatizasyon) yaratabilir.
Duygusal zeka, bireyin içsel çatışmalarını tanıma, adlandırma ve yönetme kapasitesini artırır.
Kişiliğin farklı yönlerinin çatışması; davranış, duygu, düşünce ve ilişkiler üzerinde belirgin etkiler yaratır:
Kararsızlık
Kronik huzursuzluk
Kendi kendini sabote etme
Ani öfke patlamaları
Motivasyon eksikliği
Suçluluk duygusu
Depresyon ve anksiyete
Bağımlılıklar
İçsel çatışmalar, insan doğasının bir parçasıdır. Her birey hayatı boyunca farklı yönlerini, arzularını, değerlerini, inançlarını dengelemeye çalışır. Bu çatışmalar tamamen olumsuz değildir; aksine, bireyin gelişimi, değişimi ve otantik benliğini bulması açısından bir fırsattır.
Önemli olan, bu çatışmaları bastırmak değil, onları fark etmek, anlamlandırmak, ve dönüştürebilmektir. Bu sayede kişilik, daha bütünleşmiş, dengeli ve özgür hale gelir.