Çeşitli şiddet tipleri arasındaki ayrım, onlara yol açan bilinç dışı dürtüler arasındaki ayrımı temel alır.
Carl Jung, kimliğimizin ayrılmaz bir parçası olan, içsel ruhumuzun gizli, bastırılmış yönlerini tanımlamak için ‘gölge’ terimini kullanmıştır.
"Persona" kelimesi, aslında oyuncuların oynadıkları rolleri tasvir etmek için taktıkları tiyatro maskelerini ifade eder. Carl Jung'un ruh modelinde persona, egomuz ve toplum arasında yer alır.
Freud'un psikoseksüel teorisi, kişiliğin farklı erojen bölgeler etrafında şekillenen bir dizi aşamadan geçerek geliştiğini öne sürer. Bu aşamaların her biri -oral, anal, fallik, latent ve genital- çocuğun gelişiminde önemli bir dönemi temsil eder. Freud, bu aşamalarda çözülmemiş çatışmaların yetişkinlikte kişilik sorunlarına yol açabileceğine inanıyordu.
Çalışan annelerin çocuklarındaki duygusal gelişim ve bağlanma, toplumsal, psikolojik ve ekonomik açıdan önemli bir konu olmuştur. Modern toplumlarda, annelerin iş gücüne katılım oranı giderek artarken, bunun çocukların psikolojik ve duygusal gelişimi üzerindeki etkileri de merak edilmektedir. Bu durum, aile dinamikleri, iş ve özel yaşam dengesi, ebeveynlik stratejileri ve çocukların erken yaşlardaki gelişimleri gibi birçok faktörü içeren karmaşık bir meseledir.
Bilinçdışı bastırılmış dürtüler, rüyalar yoluyla semboller aracılığıyla ifade edilir çünkü Freud’un psikanalitik kuramına göre rüyalar, bilinç dışı zihinsel süreçlerin ve bastırılmış duyguların dışa vurumudur. Ancak doğrudan bir şekilde bu dürtülerin ortaya çıkması, genellikle zihinsel bir savunma mekanizması olarak engellenir. Bu yüzden, rüyalar, bilinç dışındaki düşünce ve duyguların ifade bulabilmesi için bir "gizli dil" gibi işlev görürler. Freud, rüyaların, bastırılmış arzuların, kaygıların ve çatışmaların semboller aracılığıyla ortaya çıkmasının bir savunma mekanizması olduğunu savunur.
Nevrozun kaynağı hem çocukluk dönemine hem de yetişkinlikte yaşanan deneyimlere dayanabilir. Psikanalitik kuram başta olmak üzere birçok psikolojik yaklaşım, nevrozun temel dinamiklerini açıklarken özellikle çocukluk yıllarına vurgu yapar.
Kontroll (2003), yönetmen Nimród Antal’ın bir filmi olup, özellikle karanlık atmosferi, derin psikolojik yapısı ve toplumsal temalarıyla dikkat çeker. Film, Macaristan'ın Budapeşte metrosunda geçen bir hikâyeyi konu alır. Ana karakter Bulcsú, metroda bilet kontrolörü olarak çalışan bir adamdır ve film, onun etrafında dönen gerilimli ve sürükleyici bir dünyayı keşfeder.
Ölüm, modern insanın en çok kaçtığı, konuşmaktan en çok çekindiği, hatta zaman zaman bir tür “kişisel başarısızlık” gibi hissettiği bir gerçektir. Oysa Elisabeth Kübler-Ross, tam tersini savunur: Ölümle yüzleşen bir insan, yalnızca daha bilge değil, aynı zamanda daha şefkatli bir varlığa dönüşür.
Jung’a göre bireyleşme, bireyin psikolojik bütünlüğünü ve içsel dengesini sağlamak için başvurduğu derin bir süreçtir. Bu süreç, kişinin hem bilinçli hem de bilinçdışı yönlerini tanıyıp, bu yönlerle barış yaparak kendi kimliğini bulmasını sağlar.
Carl Jung’a göre sağlıklı bir maskülen kimlik, bireyin içsel dünyasında denge ve bütünleşme ile şekillenir. Jung’un psikoloji anlayışında, her bireyin içinde hem maskülen hem de feminen enerjiler bulunur ve bu enerjilerin dengelenmesi, sağlıklı bir psikolojik gelişim için çok önemlidir.
Faust’un bilgiye duyduğu doyumsuz açlık, insan doğasının en temel özelliklerinden biri olan anlam arayışını, sınırsız merakı ve tatminsizliğini derinlemesine yansıtır. Goethe’nin “Faust” adlı eseri, yalnızca bir bireyin trajedisini değil, insanlığın evrensel ruh hâlini, arzularını, sınırlarını ve arayışlarını sahneye taşır.